Türkçeye yabancı dilden geçmiş olan taksir kelimesi , dikkat göstermeme, tedbirsiz davranma, meslekte deneyimsiz olma veya var olan düzene ve emirlere uyulmamasından kaynaklanan kusurlu olma durumudur . Türk Ceza Yasası’na göre ise taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranma sebebiyle, kanunda suç olarak tanımlanan bir davranışın kanuni tanımında belirtilen sonucunun öngörülmeksizin gerçekleştirilmesidir. Taksirli suç, gerçekleşebilecek muhtemel olumsuz sonuçlar karşısında kişileri daha öngörülü olmaya ve diğer insanların haklarını korumaya yönelten kuralların ihlali anlamına gelmektedir . TCK’ye göre taksir, ancak kanunda açıkça belirtildiği hallerde cezalandırılabilir. Buradan hareketle, örneğin yaralama suçu TCK’de düzenlendiği üzere taksirle işlenebilirken, mala zarar verme suçunun taksirli hali kanunda düzenlenmemiş olması sebebiyle taksirle işlenmesi söz konusu olamaz. Kanundan hareketle; suçun taksirle işlenebilmesi için taksirli eylemin kanunda tanımlanmış olması, bu eylemin ortalama zeka ve bilinçte bir insanın dikkat ve özen standardının altında kalması, bu eylem sonucunda ortaya çıkabilecek öngörülebilir sonucun öngörülmeyerek, fail tarafından istenmemiş olmasına rağmen meydana gelmesi ve illiyet bağının bulunması gerekir.
Belirtilen bu unsurların dışında, taksirin türünü değiştiren bilinçli taksir kavramına da değinmek gerekir. Bilinçli taksirde, netice öngörülmekte, fakat geçmiş tecrübe ve bilgiler ışığında bu neticenin gerçekleşmeyeceğine inanılmaktadır. Bilinçli taksir, basit taksire göre verilecek cezanın artırılması gerektiren bir nedendir. Bilinçli taksirde failin ortaya çıkabilecek sonucu önemsememesi, fiilin haksızlık durumunu artırmaktadır. Dolayısıyla fail daha ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır . Yargıtaya göre de sonucun öngörülmesine rağmen, şansına, geçmişteki tecrübe ve bilgisine ya da kendi beceri güvenerek hareket eden kişinin içinde bulunduğu tehlikeli hal, bunu hiç öngörememiş olan kişinin tehlikelilik halinden daha fazla cezayı gerektirmektedir. Yine buradan hareketle, sonucu öngören kimse, her ne şart altında olursa olsun, öngördüğü bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamak durumundadır.
Taksirin Unsurları
1. Suçun Taksirli Halinin Kanunda Ayrıca Tanımlanmış Olması Gerekir
Taksirin kasttan ayrıldığı noktalardan biri olan bu unsur, ceza hukukunda taksirin istisnai niteliğini gösterir . Taksirle işlenen fiillerden dolayı cezalandırılma, ancak o fiilin taksirli halinin kanunda suç olarak tanımlanması halinde mümkün olur . Taksirli suçların bu unsuru, TCK’nin 22. Maddesinin 1. fıkrasında açıkça belirtilmiştir .
Taksir, kastın hafifletilmiş hali değildir. Kast ile taksir birbirinden bağımsız olarak haksızlığın gerçekleştiriliş biçimleri olup, aralarında nitelik farkı bulunmaktadır. Dolayısıyla taksir, haksızlığın istisnai bir gerçekleştiriliş şeklidir . Bu açıdan örneğin konut dokunulmazlığını ihlal suçu salt TCK’de tanımlanmamış olması itibariyle taksirle işlenemeyecekken; Türk Ceza Yasasının 170. maddesinde tanımlanmış olan Genel Güvenliğin Tehlikeye Sokulması Suçunun taksirli hali devam eden maddede düzenlenmiş olması nedeniyle taksirle işlenebilir. Çalışma konusu olan taksirle yaralama suçu ise kanunun 89. maddesinde tanımlanmıştır.
2. Hareketin Bilinmesi ve İstenmesine Karşın Neticenin İstenmemiş Olması Gerekir
Taksiri kasttan ayıran bir diğer ölçüt, taksirde davranış kuralını ihlal eden ve neticeye sebebiyet veren hareketini iradi olarak icra eden failin neticeyi istememesidir. Zira kasıtlı suçlarda failin iradesi neticeye yöneliktir . Taksirden söz edilebilmesi, fail tarafından öngörülmüş olup olmadığına bakılmaksızın, meydana gelen neticenin istenmemiş olmasına bağlıdır. Taksirli suçlar bakımından sonucun öngörülebilir nitelikte olması, aynı zamanda bu sonucun meydana gelmesinin istendiği anlamına gelmeyecektir. Buradan hareketle, kasten işlenebilen suçlardaki bilme ve isteme unsurları hem hareket hem de netice bakımından; taksirde ise yalnızca hareket bakımındandır . Dolayısıyla taksirde hareket iradi olmasına rağmen sonucun meydana gelmesi istenmemektedir.
TCK’nin Teşebbüs başlıklı 35. maddesinde de kişinin işlemeyi kastettiği bir suçun varlığının gerektiği düzenlenmiş olup, bu düzenlemenin mefhumu muhalifinden hareketle de suçun taksirli haline teşebbüsün mümkün olmayacağı, dolayısıyla neticenin fail tarafından istenemeyeceği söylenebilir.
3. Dikkat ve Özen Yükümlülüğüne Aykırılık Olması Gerekir
Taksirli hali kanunda düzenlenmiş olan bir suçun gerçekleşebilmesi için kişinin icrai ya da ihmali hareketle gerçekleştirdiği davranışının dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil etmesi gerekir . Bu aykırılık hukuk normlarının yanı sıra toplumdaki ortak deneyimlerden de kaynaklanabilir . Fail tedbirli davransaydı ya da failin yerinde tedbirli bir kişi olsaydı sonucun başka türlü olacağının söylenebileceği hallerde, fail, özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmiş demektir .
İleride suçun unsurları kısmında detaylıca işleneceği üzere, hekim ve sağlık personelinden beklenen dikkat ve özen ise somut olayda herhangi bir kimsenin göstereceği ihtimamın yanı sıra, hekimlik mesleğine ilişkin ortalama bilgi ve beceriyi de kapsamaktadır.
4. Neticenin Öngörülebilir Olması Gerekir
TCK’nin 22. Maddesinin 2 ve 3. Fıkraları temelde az sonra detaylı incelenecek olan öngörülebilmeyi tanımlayarak, öngörülebilir sonucu öngörmemek ile öngörülebilir sonucu öngörmeye rağmen harekete devam etmek arasında bir ayrım yapmıştır. Basit ve bilinçli taksir olarak incelenen bu ayrımın ortak özelliğinin öngörülebilir bir sonuç olduğu nazara alındığında taksirle işlenen fiilin unsurlarından biri daha ortaya konmaktadır. Nitekim hukuk düzeni, hiç kimseyi önceden tahmini mümkün olmayan bir neticeden sorumlu tutmaz .
Bunun yanı sıra kaza ve tesadüf, öngörülemeyen bir sonucun gerçekleşmesi halinde sözü edilmesi gereken kavramlardır. Kaza ve tesadüf, taksirli suçların oluşmasını engeller. Bir başka deyişle, gerçekleşen sonuç somut şartlarda öngörülebilir değilse bunun nedeni failin taksiri değildir. Bu durumlarda kaza ve tesadüften söz edilmelidir . Dolayısıyla objektif olarak öngörülemeyen neticelere sebebiyet verilmesi halinde, sırf eylem ile sonuç arasında illiyet bağının bulunmasından hareketle bu sonuçtan dolayı sorumluluk söz konusu olamaz. Bu hallerde netice, kaza ve tesadüfün eseri olarak kabul edilmeli ve fiilinin bir eseri olarak faile isnat edilmemelidir .
5. Nedensellik Bağının Bulunması Gerekir
Nedensellik bağı, kanunda tanımlanan suçun bir netice içermesi halinde failin hareketi ile sonuç arasında sebep-sonuç ilişkisini gösteren bağdır . Suçu oluşturan belirli bir sonuç ortaya çıktığında, fail tarafından yapılan hareketin o sonucu gerçekleştirmeye uygun olup olmadığını anlayabilmek için hareketin yapıldığı zamana gelerek sorunu incelemek gerekir. Taksirle işlenen bir suçtan nedeniyle meydana gelen sonucun, failin maddi dünyada değişiklik doğuran hareketi olmadan gerçekleşmeyeceği söylenebiliyorsa nedensellik bağının oluştuğu söylenebilir . Aynı şekilde neticenin failin hareketine rağmen gerçekleşeceğinin ortaya konulması halinde ise nedensellik bağının olmadığı kabul edilmelidir. Önüne gelen bir uyuşmazlıkta Yargıtay, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun raporuna göre kişinin ölümünün trafik kazasına bağlı el bileği ve kol kemik kırıkları nedeniyle oluşan komplikasyonlar nedeniyle vuku bulmuş olduğunun kabulünün gerektiği, kişinin ölümü ile trafik kazası arasında nedensellik ilişkisinin olduğunun belirtildiği; mağdurun, sanık hekim tarafından yapılan takip ve tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğunun belirlendiği olayda, sanık olan hekimin kusursuz olduğuna, dolayısıyla beraat kararı içeren hükmün onanmasına karar vermiştir .
Taksirli suçlarda sonuç, üçüncü kişinin ya da mağdurun hareketlerinin, failin taksirli hareketleri ile birleşmesi ile gerçekleşmiş olabilir . Birleşen kusur da denebilecek bu durumda mağdurun veya üçüncü kişinin kusurunun, failin eylemi ile netice arasındaki nedensellik bağını ortadan kaldıracak nitelikte olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağın ortadan kalktığının tespiti halinde failin netice bakımından sorumluluğunun olmadığı ortaya konmalıdır .