Yasa’ya göre taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması kural olarak şikayete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikayet aranmaz. Dolayısıyla birinci fıkrada yer alan suçun temel hali bilinçli taksirle işlenmiş olsa dahi şikayete tabi olacakken, iki, üç ve dördüncü fıkralar bakımından bilinçli taksirin mevcudiyeti suçun re’sen soruşturulması ve kovuşturulmasına neden olacaktır.
Görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir.
CMK’nin Basit Yargılama Usulü başlıklı 251. Maddesine göre Asliye Ceza Mahkemesince, adli para cezasını veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir. Dolayısıyla taksirle yaralama suçunda hakimin basit yargılama usulünün uygulanmasına karar vermesi mümkündür.
CMK’nin Uzlaştırma başlıklı 253. Maddesine göre şikayete tabi olup olmadığına bakılmaksızın taksirle yaralama suçu bakımından uzlaştırma girişiminde bulunulması gerekir.
TCK’nin 89. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan suçun temel hali söz konusu ise fail üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılır; 89. maddenin ikinci fıkrasındaki ağırlaştırıcı nedenlerin mevcut olduğunun tespiti halinde verilecek ceza, ilk fıkrada belirtilen cezanın yarı oranında artırılması ile belirlenir; 89. maddenin üçüncü fıkrasındaki ağırlaştırıcı nedenlerin mevcut olması halinde verilecek ceza, ilk fıkrada belirtilen cezanın bir kat artırılması ile belirlenir.
89. maddenin dördüncü fıkrasında özel olarak düzenlenmiş olan bir içtima içeren halin gerçekleşmesi halinde verilecek ceza altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıdır.
Bilinçli taksir şartlarının oluştuğunun kabulü halinde verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
TCK’nin Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakma başlıklı 53. Maddesinin 6. Fıkrasında kanun koyucu, belli bir meslek veya sanatın gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet halinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına karar verilebilir hükmüne yer vermiştir. Bu yasaklamanın hakim tarafından uygulanıp uygulanmamasına karar verilirken somut olayın özellikleri ile hekimin kusurunun ağırlığı mutlaka gözetilmeli, uygulanmasına karar verilmesi halinde de orantılılık ilkesine dikkat edilmelidir . Konuyla ilgili Yargıtay da bir kararında sanığın sabıkasız oluşu ve doktorluk yaparak geçimini sağladığı göz önüne alındığında, sanık hakkında asgari hadden çok fazla uzaklaşılarak 1 yıl 6 ay meslek ve sanatın icrasının yasaklanmasına karar verilmesini teşdidin derecesinde yanılgıya düşüldüğü gerekçesiyle bozmuştur.
Değinilmesi gereken bir diğer husus ise hapis cezasına mahkum olan hekimin çalışma belgesinin iptal edilip edilemeyeceğidir. Anayasa Mahkemesi , hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçu sebebiyle cezalandırılmasına karar verilerek cezası ertelenen hekimin, mesleğinden kaynaklı hak ve yetkilerini kullanmasının süresiz olarak yasaklanmasına ilişkin tesis edilen idari işlem ve bu işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna ulaşmıştır. Yüksek Mahkeme kararında, hekim hakkındaki bu yaptırımın belirli bir yer ve süre sınırı olmaksızın uygulanacağını, başvurucunun bu yaptırım sonucu olarak yalnızca kamu sektöründe değil özel sektör bünyesinde de bir daha hekimlik mesleğini yapamayacağını ve hekimin katlanması gereken külfetin ağırlığı ile bu yaptırımdan beklenen genel yarar arasında adil bir dengenin bulunmadığı kanaatine varmıştır. Yüksek Mahkeme bu yaptırım ile ayrıca TCK’nin 53. Maddesine göre cezanın infazıyla birlikte güvenlik tedbirlerinin de sona ereceğine ilişkin kuralın göz ardı edildiği görüşündedir.
TCK’nin 66. maddesine göre beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl geçmesiyle kamu davası düşer.