Anayasanın 17. maddesi kişilerin vücut dokunulmazlığını düzenlemiş ve böylece bu dokunulmazlığa Anayasal bir güvence sağlanmıştır. Beden bütünlüğünü bozacak suçlar, taksirli davranışla gerçekleştirilse dahi kanunda suç olarak düzenlenmiştir . Taksirle yaralama suçu TCK’nin Kişilere Karşı Suçlar kısmının Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar Bölümünde, 89. maddede yer almaktadır. Yasa’da, taksir kavramının tanımı ve genel özellikleri 22. maddede düzenlenmiştir. Bu noktadan hareketle, maddenin uygulanmasında 22. maddedeki genel hüküm de dikkate alınmalıdır .
765 Sayılı ETCK döneminde müessir fiil olarak ifade edilen yaralama suçunun eski kanun döneminde kavramsal olarak daha isabetli olduğu söylenebilir. Nitekim yaralama kavramı yar- fiil kökünü ve bu kökten türeyen yara ismini de içinde barındırmakta olduğundan yaralama neticesinin gerçekleşmesi için vücutta bir kesi, iz, yahut kanamanın meydana gelmesi gerektiği anlaşılabilecekken; madde içeriğine de daha uygun olan müessir fiil kavramı etki eden fiil anlamına gelmekle madde metnindeki hareketi daha kapsayıcı niteliktedir. Böylece bugün taksirle yaralama kavramı altında incelenen bu suç tipinin kapsayıcı ve tam anlamı Eksiklik Göstererek Etki Eden Davranışta Bulunma olarak ifade edilebilir. O kadar ki, taksirle yaralama suçunun oluşumuna sebep olabilecek tıbbi müdahaleler yalnız invaziv müdahaleler olmayıp; örneğin ilacın hatalı reçete edilmesi de bu suçu oluşturabilecektir. Yargıtay da sanık müdafinin temyiz istemi üzerine incelediği bir kararda reçeteyi düzenlerken yanlış ilaç yazan hekim hakkında, hekimin tıp kurallarına aykırı eylemi ile netice arasında illiyet bağının bulunduğunun ilk derece mahkemesince ortaya konulduğu ve sanık olan hekimin olayın meydana gelmesinde kusurlu olduğuna ilişkin ilk derece mahkemesinin kabul ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı yönünde karar vermiştir.
Türk Tabipleri Birliğinin Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 13. maddesine göre: Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi malpraktis anlamına gelmektedir. Türk Hukukunda hekim ve sağlık personelinin tıbbi faaliyetleri bakımından taksirle yaralama suçuna sübut verebilecek eylemleri hakkında özel bir düzenleme bulunmamakla , taksirle yaralama isimli spesifik suç tipi, diğer muhtemel failler hakkında uygulanmakta olduğu gibi hekim ve sağlık personeli hakkında da uygulanmaktadır. Kanunda seçimlik hareketli olarak düzenlenen taksirle yaralama suçunun meydana gelmesi için başkasının vücuduna acı verme, sağlığının bozulmasına neden olma ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olma hareketlerinden birinin taksirle gerçekleştirilmesi gerekir.
İki farklı ağırlaştırıcı neden grubu düzenlenen suç hakkında kanun koyucunun bir grubu diğer gruba oranla daha fazla korumaya değer bulduğu bu haller maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında düzenlenmiştir. Hekimin ihtisas yahut görev alanına, sağlık personelinin ise iştigal ettiği işe göre bu ağırlaştırıcı nedenlerin her birinin tıbbi uygulama açısından mümkün olduğu söylenebilir.
Bu suçla korunan hukuki değer, beden bütünlüğüdür . Beden dokunulmazlığı yalnızca anatomik olarak bedeni değil aynı zamanda ruhsal ve zihinsel dokunulmazlığı da kapsamaktadır . Suçun seçimlik hareketleri arasında algılama yeteneğinin bozulması deyimine de yer verilmiş olmakla, ruh sağlığına yönelik ihlallerin de bu kapsamda cezalandırılmasına olanak sağlanmıştır . Böylece psikiyatri uzmanı hekimlerin ya da psikiyatri klinikleri ve rehabilitasyon merkezlerindeki hekim ve sağlık personelinin hatalı teşhis ve tedavileri ile diğer tıbbi uygulamaları bu suç kapsamında değerlendirilebilecektir.
Taksirle yaralama suçunun herkes tarafından işlenmesi mümkündür. Ancak tıp ve sağlık mesleklerinin uygulanmasından doğan taksirle yaralama söz konusu olduğunda suçun kanunda belirtilen unsurlarını gerçekleştiren ve ilgili kanuna göre Türkiyede tıp ve sağlık mesleklerini ifaya yetkili olan her bir birey bu suçun faili olabilir. Bir başka deyişle, tıbbi kusur konulu taksirle yaralama suçlarında fail, dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun davranmayarak hastanın vücut bütünlüğünün zarar görmesine yol açan hekim veya diğer sağlık mesleği mensubudur.
Bu noktadan hareketle tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmesi esnasında taksirle yaralamaya sebebiyet veren kişinin tabiplik yahut sağlık personelliği yapmaya yetkili kimselerden olup olmaması taksirle yaralama suçu bakımından önem arz etmemekteyken; yetkisiz olarak tabiplik ya da sağlık personelliği görevini üstlenen kişiler taksirle yaralama suçuna sebebiyet vermiş olmalarının yanı sıra Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 25. Maddesinde düzenlenen suç ve üstlendikleri görevin kamu görevi olması halinde TCK 262. maddede düzenlenen Kamu Görevinin Usulsüz Olarak Üstlenilmesi Suçu kapsamında sorumlu tutulabileceklerdir.
Taksirle yaralama suçunun mağduru ancak failin kendisinden başka bir insan olabilir . Öyle ki failin kendi kendisini yaralamış olması halinde bu suç söz konusu olmaz. Bunun yanında mağdurun insan olmayan bir canlı olması halinde de bu suç söz konusu olmaz. Mağdurun cinsiyet, sağlık durumu gibi fiziki özellikleri bu suç bakımından bir fark yaratmaz .
Taksirle yaralama suçunun mağduru ancak yaşayan bir insan olabilir . Yargıtaya göre ölüm hadisesinin gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için vücuttaki tüm organların olağan fonksiyonlarını kaybetmiş olması olması gerekir . Dolayısıyla bütün organları işlevlerini yitirmiş bir kimse bu suçun mağduru olamayacaktır.
Bir cenin de bu suçun mağduru olamayacaktır . Yargıtay bu konuda önüne gelen bir uyuşmazlıkta doğum esnasında müdahalede gecikilmesi nedeniyle annenin sağlığının olumsuz etkilenmesi ve neticede mağdur anneye karşı ihmal suretiyle taksirle yaralama suçunun oluştuğu kanaatine varmıştır.
Ceninin muhtemel yaşam hakkı TCK’de çocuk düşürtme ve çocuk düşürme suçları kapsamında ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre rızaya dayalı çocuk düşürtme suçunda korunan hukuki fayda öncelikle ceninin gelecekteki muhtemel yaşama hakkına kavuşabilme hakkıdır . Dolayısı ile mağdur bakımından rızasız çocuk düşürtme suçu annenin yaşama ve anne olabilme hakkı ile doğrudan ilişkili iken, rıza ile çocuk düşürtme suçunda anne karnındaki ceninin gelecekteki muhtemel yaşama hakkına erişebilmesi ön plana çıkmaktadır .
Bu hususun yanı sıra, rızasız çocuk düşürtme suçu, taksirli halinin TCK’de düzenlenmemiş olması itibariyle yalnız kasten işlenebileceğinden, taksirli eylemiyle ceninin düşmesine sebebiyet verilmesi halinde fail taksirle yaralama suçunun nitelikli halinin gerçekleşmesinden sorumlu olabilecek, ancak çocuk düşürtme suçundan cezalandırılamayacaktır.
Çocuk anne karnında iken hekimin cenindeki gelişim bozukluğunu teşhis edememesi, bu sebeple bu konuda çocuğun anne ve babasını bilgilendirememesi ya da ceninle doğrudan ilgisi bulunmayan çeşitli müdahaleler sonucu çocuğun sakat olarak dünyaya gelmesi mümkün olabilmektedir . Özel hukuk çerçevesinden bakıldığında hekimin bu davranışları kusurlu ve hukuka aykırı olmasına rağmen, çocuğun doğumunun bir zarar olarak kabul edilemeyeceği gözetilerek haksız fiil şartlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir . Bu davranışlar ceza hukuku bakımından da dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılıktan ötürü öngörülebilecek sonuç öngörülmediğinden taksirli harekete, yani manevi unsura vücut verecektir. Ancak kanunilik ve kıyas yasağı ilkeleri kapsamında Türk Ceza Yasası’nın ikinci maddesine göre yasanın açıkça suç olarak belirtmediği bir eylem sebebiyle kimseye ceza verilemeyeceği; ceza hukukuna ilişkin hükümlerin uygulanması esnasında kıyas yapılamayacağı ve bu hükümlerin kıyasa sebebiyet verecek şekilde geniş anlamda yorumlanamayacağı ele alındığında bu davranışların tipe uygun eylem unsurunu sağlamadığından ceza sorumluluğuna yol açması da mümkün değildir. Dolayısıyla, henüz kişi sıfatını haiz olmayan ceninin gelecekteki sakat doğmama hakkı yaralama suçu kapsamında korunmamaktadır. Bunun yanı sıra yalnız cenine etki edip anneye bir etkisi bulunmayan bu taksirli davranışlar, neticenin meydana gelmemiş olması sebebiyle annenin zarar gördüğünden bahisle de cezalandırılamayacaktır. Yargıtay da yaşamın başlangıç ve son bulma anlarına ilişkin olarak, “kimse” sıfatının, ceninin canlı biçimde tamamen dünyaya geldiği vakitte kazanılabileceğinden, çocuğun dünyaya gelmesi esnasında anne karnından tam olarak çıkartılmadan önce ölmesi halinde “kimse” sayılmayacağına, bu sebebe dayanarak da eylemin taksirle öldürme suçu olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir .
Suç konusu olan vücut sağlığı ve bütünlüğü üzerinde bir zararın oluşması aranmakta olduğundan, taksirle yaralama suçu bir zarar suçudur.
Yasa, ilgili maddesinde birkaç hareket göstererek, bu hareketlerden herhangi birinin ifası durumunda suçun gerçekleşeceğini hükme bağlamışsa, bu suç seçimlik hareketlidir. Taksirle yaralama suçu da seçimlik hareketli bir suç olup, kanunda belirtilen: vücuda acı verme, sağlığın bozulmasına neden olma ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olmadan ibaret üç farklı neticeye sebebiyet veren bir hareketin varlığı, hareket unsurunu oluşturur.
Taksirle yaralamanın hem icrai hem de ihmali bir hareket yolu ile işlenmesi mümkündür . Örneğin hastaya genel anestezi uygulanmak suretiyle gerçekleştirilen bir ameliyatta anestezi ve reanimasyon uzmanı hekimin bir süre hastanın durum takibini bırakması ve bu esnada oluşan komplikasyona müdahale edememesi dolayısıyla hastanın bu hareket sebebiyle zarar görmesi halinde suçun ihmali bir davranışla işlenmesi söz konusu olur. Yanlış ilacın verilmesi, anestezistin hatalı narkoz uygulaması ya da ameliyat öncesinde hastanın aydınlatılmış rızası alınmamış olan bir hususta müdahalede bulunulması ise icrai hareket kapsamına girer.
Tabip ya da sağlık personelinin hata içeren ameliyesi ile ortaya çıkan gelen sonuç arasında illiyet bağı yoksa, kendilerinin ortaya çıkan bu olumsuz sonuçtan sorumlu tutulma imkanları yoktur . Nedensellik bağının ortaya konması ve bu bağı ortadan kaldıran haller ile ilgili olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu, neticeden failin sorumlu tutulabilirliği hususunda dikkat ve özen yükümlülüğünün esas alınması gerektiğini, failin bu yükümlülüğünü yerine getirmiş olması halinde olumsuz neticenin gerçekleşmeyecek olduğunun ortaya konulması halinde nedensellik bağının bulunduğunu kabul etmektedir.
Öte yandan zararlı sonuç, failin davranışlarının mağdurun ya da üçüncü bir kişinin davranışı ile birleşmesi ile ortaya çıkmışsa, sonuca kimin sebebiyet verdiği ve nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin araştırılması gerekir. Mağdur ya da başka bir kimsenin davranışının ya da bir başka nedenin neticenin gerçek sebebi olduğu veya zararlı sonucun sadece bu hareketlerden kaynaklandığı durumlarda, failin davranışı ile sonuç arasında illiyet bağının bulunmadığı kabul edilmelidir. Buna karşılık failin kusurlu davranışına mağdur ya da üçüncü bir kimsenin kusurlu hareketinin eklendiği ve sonucun bu çeşitli davranışların birleşmesi suretiyle ortaya çıktığı hallerde, nedensellik bağı kesilmeyip; herkesin kendi kusurundan dolayı sorumlu olacağı belirtilmelidir .
Pratikte nedensellik bağının tespitini hakim yapmalıdır. Bununla beraber, tıp gibi teknik bir alanda hukukçunun tek başına bu tespiti yapması her zaman mümkün olamayabilecektir. Bu nedenle nedensellik bağının tespiti hususunda tıbbi bilirkişinin tespitinden yararlanılabilir . Adli Tıp Kurumu Kanunu’na göre Adli Tıp Kurumu, hukuki meselelerde bilirkişilik yapmak üzere kurulmuştur. Aynı kanunun 31. maddesine göre de Yükseköğretim Kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında ve diğer adli konularda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmi bilirkişi sayılır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64. ve 65. maddelerine göre ise kanunların belirli konularda görevlendirdiği resmî bilirkişiler öncelikle atanırlar ve bilirkişilik görevini kabul etmekle yükümlüdürler. Dolayısıyla ceza hukukunda tıbbi bilirkişilik ancak Adli Tıp Kurumu ve Üniversite Tıp Fakülteleri’nce ifa edilebilir. Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 03.06.2010 tarihli kararı ile oy çokluğuyla iptal edilen 75. maddesi tıp ve tıbbi dalların uygulanmasından doğan davalarda Yüksek Sağlık Şurası’nın bilirkişilik görevi göreceğini hüküm altına almış idi. Bu iptal kararından sonra yılda bir toplanıyor olması sebebiyle yargılamaların uzamasına sebep olan Yüksek Sağlık Şurasına uygulamada bilirkişi olarak başvurulmamaktadır.
Taksirle yaralama suçunun manevi unsuru taksirdir. Taksirin kasttan farkı, taksirde iradenin neticeye yönelik olmamasıdır. Kastta hem harekete sebep olan hem de muhtemel sonuca yönelen bir irade mevcutken; taksirde yalnızca harekete sebep olan irade mevcuttur, sonucun meydana gelmesini isteyen bir irade bulunmamaktadır. Failin taksirinin bulunup bulunmadığı kişisel ve yerel özellikler göz önünde bulundurularak belirlenir . Taksirle yaralama suçunun meydana gelmesi bakımından, failin eylemini basit taksirle veya bilinçli taksirle gerçekleştirmiş olması arasında, eylemin yaptırımı dışında bir fark bulunmamaktadır.